İçeriğe Yönlendir

Fıkralar


Cihaner Öztürk

Recommended Posts

Hasan Tahsin Şipit

İki Alman Karl ve Hans, Türk'lerin neden bu kadar rakıya düşkün olduklarını ve içerken ne hissettiklerini merak etmektedirler.

Konuyu araştırmak için İstanbul'a gelirler. Bir meyhane seçerek içeri girerler. Acemice etrafa bakındıktan sonra bir masaya oturarak yan masadakilerin söylediklerinin aynısını sipariş edip başlarlar mezeler eşliğinde içmeye. İlk kadehler bittikten sonra Hans Karl'a sorar;

-Ne hissediyorsun?...

-Daha bir şey anlamadım. Devam edelim.

İkinci kadehten sonra Karl Hans'a;

-Nasıl gidiyor. Değişiklik var mı?

-Hiç bir şey yok. Devam edelim.

Mezeler eşliğinde bir iki kadeh daha içildikten sonra Hans tekrar sorar;

-Ne hissediyorsun?

Karl ağırlaşan göz kapaklarını ağır ağır açarak;

-Sittir et şimdi ne hissettiğimi Hans ne olacak bu Almanya'nın hali....

Temel bir gün kahveye gider ve sorar:

-Soğuk çay var mı?

kahveci cevap verir.

-Yok

der ve Temel kahveden gider

Temel ikinci gün kahveye tekrar gider ve sorar:

-Soğuk çay var mı?

kahveci yine aynı cevabı cevap verir.

Temel yine birşey demeden gider

Temel kahveden ayrıldıktan sonra kahveci şöyle düşünür. Bu Temel yarın yine gelip soğuk çay soracak en iyisi ben gideyim biraz buzdolabına çay koyayım der, ve çayı dolaba koyar.

Temel ertesi gün kahveye geldiğinde sorar.

-Kahveci soğuk çayın var mı?

Kahveci

-Evet var.

Temel:

-Ee, ısıt da içelim o zaman..

Yorum bağlantısı
Hasan Tahsin Şipit
(düzenlendi)

Temel havacı olarak gider ve birgece ruyasinda annesini gorur.Annesi derki "oğlum yarın sakın parasütle atlama. Senin parasüt acilmayacak." Sabah olur uçaga binerler atlama sırası Temel e gelir. Komutan sorar "neden atlamıyorsun asker?" diye. Temel komutana ruyasini anlatır. Komutan "o zaman gel parasutleri degistirelim" der Değistirirler ve Temel atlar acar parasutunu yavas yavas asagi süzülür bu esnada komutan atlar ve parasütü acilmaz tam Temel' in yanindan aşagi düşerken Temel sorar "komutanim nereye?" komutan der "ananın yanına....." (Aslında yanına değil de uzatmaları oynadığım için öyle yazdım. :p )

:p

tarihinde Hasan Tahsin Şipit tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

ANGUT

Herkesin haksız bir şekilde kullandığı bir ifadedir 'Angut'.

Biri laftan anlamayınca, boş boş bakınca ya da aptallık edince hemen 'Angut musun?' der günümüzün insanı.

Angut'un aslında bir kuş olduğunu bilmeyen bir sürü insan var ülkemizde...

Özelliği nedir bilir misiniz?

Angut kuşunun eşi öldüğü zaman yanına o anda başka bir

yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi gözlerini bir dakika

bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun başucunda bekler.

... İşte bu canlının yaptığı en büyük 'Angut'luk budur. Ayrıca

bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen

bir şey değildir. Dişi olsun erkek olsun bütün Angut kuşlarının

Çok ürkek bir hayvan olmasına rağmen eşinin ölüsünün başında

bekleyen Angut kuşuna elinizi uzatsanız dahi oradan kaçmaz.

Hani derler ya 'Angut gibi bakmasana' diye...

Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine.

Bundan sonra bazılarına 'Angut' demeden önce bir kere daha düşünün.

Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...

  • Beğen 4
Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız

Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine.

Bundan sonra bazılarına 'Angut' demeden önce bir kere daha düşünün.

Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...

Çok güzel. Biliyordum ama paylaşman daha güzel olmuş abi.

Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Çok güzel. Biliyordum ama paylaşman daha güzel olmuş abi.

Sağol, teşekkür ederim.

Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Emin olun ki okumayan çok şey kaybeder !

YORUM SİZİN

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:

'Sevginin sadece sözünü edenlerle,

onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?'diye.

'Bakın göstereyim' demiş ermiş.

...

Önce

sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak

onlara bir sofra hazırlamış.

Hepsi oturmuşlar yerlerine.

Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş

ve arkasından da derviş kaşıkları denilen

bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş

'Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz'

diye bir de şart koymuş.

'Peki' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.

Fakat o da ne?

Kaşıklar uzun geldiğinden

bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.

En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,

öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine '

Şimdi…' demiş ermiş.

'Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.

' Yüzleri aydınlık,

gözleri sevgi ile gülümseyen

ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

'Buyurun' deyince

her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp,

karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.

Böylece her biri diğerini doyurmuş

ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

'İşte' demiş ermiş.

'Kim ki hayat sofrasında

yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse

o aç kalacaktır.

Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa

o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.

Şunu da unutmayın:

Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Ne yapıyorsunuz?

"Hitler cevaplar" :

- 3. Dünya savaşını planlıyoruz."

Adam sorar.

- "Gerçekten mi? Neler olacak?"

... Hitler:

- "Bu sefer 14 milyon Yahudi yi ve bir bisiklet tamircisini öldüreceğiz" der.

Adam sorar:

- "Bir bisiklet tamircisi mi???!"

Hitler Stalin'e döner ve der ki:

- "Gördün mü, sana kimsenin 14 milyon Yahudi yi takmayacağını söylemiştim!"

  • Beğen 4
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

BİR NİNENİN ÖLMÜŞ EŞİNE MEKTUBU

Son GÜNLERDE; bir surat bir surat ki GELİNDE, çayımı bile yarım dolduruyor BEY. Allah'tan KULAKLARIM ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini…! Ama yinede HİSSEDİYORUM.....! Beni, bu evde galiba istemiyor artık.

Hey gidi günler heeey…! OĞLUNU bilirsin, vur kafasına al lokmayı. İki ara bir derede ne yapsın…? ANA bu, atsa atılmaz; satsa satılmaz.Bana artık gizli gizli sarılıyor bey...!

Dün akşam, UYURKEN öptü beni biliyor musun? Nasıl ağırıma gitti nasıl…!

Artık AKİDE ŞEKERİDE getirmiyor. Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da; çocuklar İĞRENİYORMUŞ benden. Yok; vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey..?

GELİN; çocuklara masal anlatmamı da yasakladı. Üstelik seninle konuşuyormuşum diye, duvardaki resmini bir yere sakladı. Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok..! Yine de BEDDUA edemem bey, oğlumun karısı; torunlarımın anası o…!

Geçenlerde üst KOMŞULAR geldi. Ne konuştuklarını duymayayım diye, kapıyı üstüme kilitledi. Duymadım, duyamadım; lakin hissettim. DÜŞKÜNLER EVİNE yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni. Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti, epey…!

Ha, SEN ne diyorsun bey..? Hani bir görünsen OĞLUNA…! Ne de olsa babasısın, seni dinler. Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam. Akide şekeri de istemem. MASALDA anlatmam artık çocuklara.

Ne olur, AYIRMASINLAR beni bu evden. Yaşayamam, nefes bile alamam. Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım..? Şu camın PERVAZINDA hayalin durur, çekmecelerde el izin. BASTONUN hala duvarda asılı. İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar hasılı...!

HEY GİDİ GÜNLER HEY..!

Hani DİYORUM, bir çağırsan..! Yoksa, yoksa sendemi UNUTTUN beni bey…?

405178_398750750185935_1451837875_n.jpg

  • Beğen 7
Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız

Ne yaptın Fahrettin Abi, duygulandırdın hem de çok duygulandırdın

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Ne yaptın Fahrettin Abi, duygulandırdın hem de çok duygulandırdın

Mahmut Bey gerçekten duygulanmamak elde değil.

Ama böyle çok gerçekler var.

Yorum bağlantısı
Servet Aydın

Önümdeki elektronik ile 4 gündür cebelleşiyorum. Az evvel beni gören eleman sinirden gözlerim doldu sandı. Güleyim mi ağlıyayım mı bilemedim.

Yorum bağlantısı
Servet Aydın

Hep sonunda yanlış anlaşılma bekliyordum ama umduğum gibi çıkmadı. Çok üzücü.

Ama gerçek..

Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç bir oğlu varmış. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.

Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.

Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan yedi sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı. Hatta ...

hayalindeki iki yüz dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, iki yüz dönümlük arazinin üzerine oturacak bin metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu yedi sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0″ ve “Dersten sonra beni gör” uyarısı vardı.

“Neden “0″ aldım?” diye merakla sordu hocasına, çocuk..

“Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal” dedi, hocası..

“Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız” ve ekledi:

“Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.” çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.

“Oğlum” dedi babası “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatin için oldukça önemli bir seçim!.”

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..

“Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin” dedi..”Ben de hayallerimi..”…..

O, orta 2 öğrencisi, bugün iki yüz dönümlük arazi üzerindeki bin metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı.

Aynı öğretmen, geçen yaz otuz öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine “Bak” dedi, “Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.

Allah’ tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın.”

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Murat Dere

Vaay demek öyle? Al sana o zaman: :)

Okulun ilk gününde 5.sınıf önünde dururken, öğretmen, çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi.

Ancak bu imkansızdı, ön sırada oturduğu yerde bir yana kıyılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuğu vardı. Mediha öğretmen bir yıl boyunca Mustafa'yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi olmadığını, önlüğünün kirli olduğunu ve sürekli kirli dolaştığını gözlemişti.

Mediha öğretmen'in sınıfındaki her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bırakmıştı. Ancak onun hayatını gözden geçirirken bir sürprizle karşılaştı.

Mustafa'nın birinci sınıftayken öğretmeni şöyle yazmıştı;

"Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli...."

Mustafa'nın ikinci sınıftayken öğretmeni ise şöyle yazmıştı;

"Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evdeki hayatı mücadele içinde geçiyor."

Küçük Mustafa'nın üçüncü sınıfta öğretmeni ise;

"Mustafa nın annesinin ölümü Mustafayı yıktı. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor ama babası onunla ilgilenmiyor ve hemen bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı onu etkileyecek."

Mustafa'nın dördüncü sınıfta öğretmeni ise şöyle yazmıştı;

"Mustafa içine kapanık ve okulda dersler çok fazla ilgi göstermiyor. çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor..."

Bunları okuyan Mediha öğretmen problemi kavradı ve kendinden utandı.

Ertesi gün öğretmenler günüydü...

Mediha öğretmen, öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kağıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile kendini çok kötü hissediyordu. Mustafa'nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti.

Mustafa'nın hediyesi; bir marketten aldığı kalın, kahve rengi bir ambalaj kağıdına beceriksizce sarılmıştı.

Mediha öğretmen onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duyuyordu. Paketten, taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkınca, çocuklardan bazıları gülmeye başladı.

Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırınca çocukların gülmesi kesildi.

Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü.

Mustafa o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

"ÖĞRETMENİM, BUGÜN ANNEM GİBİ KOKUYORSUNUZ."

Çocuklar gitikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı.

O günden sonra, çocuklara sadece okuma-yazma ve matematik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine; çocukları eğitmeye başladı.

Mustafa'ya özel ilgi gösteriyordu. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşfik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu.

Yılın sonuna kadar Mustafa sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra Mediha öğretmen, kapısının altında Mustafa'dan bir not buldu, ona hala yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu...

Altı yıl sonra Mustafa'dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zorlansa da sabahlara kadar çalıştığını yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Mediha öğretmenin, tüm yaşantısındaki en iyi, en favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup aldı... Bu kez; fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Ama şimdi ismi biraz uzundu.

Mektup şöyle imzalanmıştı: Prof.Dr. Mustafa Yılmaz (Tıp Doktoru)

.

.

.

.

Öykü burada bitmiyor. Bir kaç zaman sonra ortaya çıkan başka bir mektup var;

Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evlenmek istediğini söylüyodu. Babasının bir kaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve öğretmenine, damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

Bunu mutlulukla kabul etti ve tahmin edin ne oldu ?

Taşları düşmüş olan o bileziği taktı, dahası Mustafa'nın annesinin sürdüğü parfümü sürdü ve karşılaşınca birbirlerini kucakladılar, sımsıkı sarıldılar. Dr. Mustafa, Mediha öğretmeni kokladı, kulağına şunları fısıldadı:

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim. Bana önemli olduğumu hissettirdiniz ve bir fark meydana getire bileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim..."

Mediha öğretmen yaşlı gözlerle;

"Mustafa, yanlış şeylere sahiptim, neyi nasıl öğreticeğimi bilmiyordum. Bir fark meydana getireceğimi bana sen öğrettin..."

Bayan Mediha, Mustafa'ya annesiz olduğunu hiç bir zaman hissettirmedi.... O bileziği hep taktı, o parfümü hep sürdü...

  • Beğen 5
Yorum bağlantısı
Gündüz Can Yılmaz

Hocam son zamanlarda fıkra okuyayım diye giriyorum, gözlerim nemlendirip çıkıyorum. Bize gülmeyi çok görmeyin :)

Yorum bağlantısı
Önder Özcan
(düzenlendi)

ingilizce öğretmenlerinin hiç böyle dokunaklı hikayeleri yok,bir duygusuz oluyorlar sanırımsa :p

tarihinde Önder Özcan tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...