İçeriğe Yönlendir

Fıkralar


Cihaner Öztürk

Recommended Posts

Fahrettin Karakoç

Hindistan’da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece bir buçuk kova su götürebiliyormuş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş.

İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş.

...

“Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum.”

“Neden?…” diye sormuş sucu. “Niye utanç duyuyorsun?…”

Kova cevap vermiş: “Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için tasıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun.”

Sucu söyle demiş. “Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum.”

Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanındaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötu hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş.

Sucu kovaya sormuş.

“Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?… Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. iki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı.”

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Hikmet Demirtaş

İyi bayramlar dileği ile...

Temel dava açmış ve ilk duruşmada hakim sormuş:

- Nedir şikayetin?

- Hakim bey bu Temel fıkraları var ya, benle Fadimeyi ağızlarına

dolamışlar, bizi rezil ediyorlar. Hepsinden davacıyım. Kim fıkra diye

bizi anlatıyorsa onlardan da tazminat talebim olacak.

- Senin adın Temel mi?

- Evet, Temel.

- İyi de, binlerce Temel var. O fıkralar neden senin için anlatılmış olsun.

- Hakim bey, ben çok iyi biliyorum beni kastediyorlar.

Hakim, Temel’i iyice süzdükten sonra “Bak ama” der:

- O Temel fıkralarının çoğu belden aşağı. Oysa sana bakıyorum çelimsiz

ve yaşını almış bir Temelsin. O fıkralar senden çok daha genç, güçlü

kuvvetli ve çapkın bir Temel için anlatılıyor. Seninle hiç ilgisi yok;

bu dava düşer.

- Hakim bey, madem siz böyle takdir ediyorsunuz mesele yok. Demek

tevatürmüş, ben değilmişim.

- Evet sen olamazsın, başka Temel’dir onlar. Sana sıra gelene kadaaar.

- İyi hoş da Hakim bey, bu dava için köyden kalktım buralara kadar

geldim, boş dönmeyeyim. Hiç değilse o güçlü kuvvetli Temel’den sana

bir fıkra anlatayım hakim bey.

- Anlat bakalım.

- Bizim bu iri kıyım pazulu Temel, hakimlerin karılarına çok düşkünmüş.

- Hop, hop, hop… Dur, dur be, ne diyorsun sen..

- N’oldu hakim bey?

- Daha ne olacak? Benim Hakim olduğumu bile bile “Temel hakim

karılarına meraklıymış” diyorsun. Ağzından çıkanı kulağın işitmiyor

galiba!

Temel “Rica ederim Hakim bey” der:

- Temel fıkrası için karısı güzel binlerce hakim var. Asliyecisi var,

sulhçusu, ağır cezası var. Seninkine sıra gelene kadar; daha çoook

var.

Devamını oku: http://www.mailce.co...l#ixzz23n7nLo5V

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Baş Ağrısı

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır.Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendi’nin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş ağrısı yanısıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır…

Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaad eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendi’yi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler çekilir, testler yapılır… Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve göz yaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsvicre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca...

hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır…

Ve Efendi’ye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendi’ye ağrı kesici iğneler verilir, altmışlarını süren adamın ülkesine dönüp “dinlenmesi”, daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader” denilir, Uşak’a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.

Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendi’nin eski berberi “Berber Mehmet” cağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendi’yi traş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?” Bir bakar, “Hah işte” der “Kıl dönmüş.

“Osman Efendi’nin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendi’nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendi’nin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendi’nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Başağrısından ise eser kalmamıştır.Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ızdıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir.

Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Murat Dere
(düzenlendi)

Yaşlı bir adam emekli olduktan sonra bir lisenin yanında küçük bir ev aldı. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirdi ama ders yılı başlayınca huzuru kaçtı.Okulların açıldığı ilk günden başlayarak öğrenciler, dersten çıkar çıkmaz yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmeliyorlar, anlamsız sesler çıkararak bağırıp, çağrıyorlar, dayanılmaz gürültüler yapıyorlardı. Çocukların gürültülerinin dinmek tükenmek bilmeyeceğini anlayan yaşlı adam, bu işe bir son verebilmek için kurnazca bir çözüm buldu. Ertesi gün çocuklar öğrenciler okuldan çıkıp, yine dayanılmaz gürültüler yaparak evinin önünden geçerken yaşlı adam dışarı çıktı, onlara bir öneride bulundu.

"Siz hepiniz çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz" dedi.

"Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı biçimde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım. Siz bana gençliğimi anımsatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün bir dolar veririm. Kabul mü?."

Bu öneri çocukların çok hoşuna gitti. Her gün hem eğleniyorlar, hem bol bol gürültü yapıyorlar, hem de bir dolar para kazanı- yorlardı.

Bu durum bir hafta bu biçimde sürdükten sonra birgün yaşlı adam çocukları yine durdurdu ve onlara kısa bir açıklama yaptı:

"Çocuklar, yaşam pahalılığı, enflasyon beni de etkilemeye başladı" dedi. "Bugünden sonra size ancak elli sent verebileceğim. Beni anlayışla karşılayacağınızı umarım."

Bu durumdan pek hoşlanmamalarına karşın çocuklar yaşlı adama anlayış gösterdiler ve günlük gürültülerini elli sent karşıladığında yapmayı kabul ettiler. Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra yaşlı adam birgün çocukları yine durdurdu ve onlara bir durum açıklaması daha yapmak zorunda kaldığını bildirdi:

"Bakın, bizim emekli paralarını gününde ödemiyorlar" dedi.

"Durumum biraz sıkışık. Üzülerek söylüyorum ama yapabileceğim başka birşey yok. Bundan sonra size ancak yirmibeş sent verebileceğim. Tamam mı?.. Anlaştık mı?"

Yaşlı adamın bu son önerisi, çocukların hiç de hoşuna gitmedi. "Olanaksız bayım" dedi içlerinden biri. "Günde yirmibeş sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kusura bakmayın ama, biz işi bırakıyoruz."

----------------------------------------------------------------------------------o------------------------------------------------------------------------------------

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.

Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.

Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur, anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..

Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".

tarihinde Murat Dere tarafından düzenlendi
  • Beğen 5
Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız

CEM BOYNER AŞAĞIDAKİ FIKRAYI TÜM ÇALIŞANLARINA GÖNDERMİŞ :)

Doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki, kar

üzerine çişiyle imzasını atmakmış.Bu nedenle kar yağmaya başladığı andan itibaren köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış.Kar biraz kalınlaşınca, ağa sırtına kürkünü giyer ve köy meydanına gelirmiş. Yanında da en yakın yardımcısı Haso.Ağa sırtını köye doğru döner sonra sorarmış:-'Ula Hasso, ahali bakiy mi?'Hasso cevap verirmiş:-'Evet ağam, hepisi de bir olmuş, pencerelerden bakir.'Ağa çisiyle karın üzerine imzasını atarmış 'Abdullah Cizrelioglu'.Sonrada bir nokta koyarmış ve sorarmış:>-'Hala bakirler mi?'-'He ağam, hem bakirler hem de çılgın gibim alkıslirler.'Her sene ayni tören sürermiş.>Aradan 7 yıl geçmiş.Ağa yine, kar tuttuktan sonra, çıkmış köy meydanına.Sormuş Hasso'ya:-'Ahali bakir mi?'-'He ağam, bakirler, köpekler, kediler bile camdadır.'Ağa 'Abdullah' diye adini , arkasından 'Cizrelioglu'diye soyadını yazmaya başlamış ki; kalakalmış, çünkü yaş gereği prostat. Halka rezil olmak var. Alçak sesle Hasso'ya sormuş:-'Bakirler mi?'-'He ağam, bakirler de, sen ne diye durdin öyle?'Ağa çaresiz:-'Ula gel yanıma, arkanı dön ahaliye, tamamla şunu.'diye emretmis.Hasso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanınkulağına eğilip :-'Ağam' demiş, 'Kırk yıldır kafama vurdin, salak dedin,sırtıma vurdin aptal dedin.Ha bu kulun okumayi yazmayi sökemedi ki, ucuni tut da yazının devamınısen yaz.'BİRLİKTE ÇALIŞTIKLARINIZI EĞİTMEZSENIZ ....... TUTACAĞINIZ GÜN YAKINDIR.:))

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Fatih Öztürk27

Buyrun Memur Bey

- Beyefendi a$iri hiz yaptiginiz icin sizi durdurmak zorundayim, ehliyetiniz lutfen?

- Ehliyetim yok, son yaptigim kazada ehliyetime el koydular memur bey

- Peki aracinizin ruhsatini gorebilir miyim?

- Araba benim diil memur bey caldim ben bu arabayi

- Anlamadim nasil yani, siz bu arabayi caldiniz oyle mi???

- Evet memur bey, aa durun bi dakka torpido gozunde ruhsat olucakti, silahimi oraya koyarken ruhsat gibi bisi gordum galiba….

Polis iyice sasirir:

- Torpido gozunde silah mi var?!?!?!!?!?!?

- Evet memur bey, bu arabanin sahibi kadini vurduktan sonra cesedi bagaja koydum silahi da torpido gozune koydum…

- BI DE BAGAJDA CESET MI VAR?!?!?!!?!?!?!?!?!?!

- Evet memur bey…….

Trafik polisi bunu duyar duymaz amirini arar, arabanin etrafi bir anda polislerle dolar ve adami sorguya alirlar…. Ekipler amiri adamin ehliyetini ister, adam ehliyetini cikarir ki ehliyet gecerli temiz hicbir anormallik yok.. bunun uzerine adamin ruhsatini ister, adam cikartir ruhsati da verir, ekipler amiri yine bakar ki araba adama ait.. derken adamdan torpido gozunu acmasini ister, adam acinca ortaya cikar ki orada da silah falan yok… ekipler amiri bir de bagaja bakmak ister adam bagaji acar orada da ne ceset

ne bisi yok.. bunun uzerine ekipler amiri “Cok garip” der…. “sizi durduran memurun anlattigina gore bu arabanin bi kadina ait oldugunu soylemissiniz, kadini öldürüp cesedi bagaja silahi da torpido gozune koymussunuz…”

Adam guler: Inanamiyorum…. o simdi benim icin “asiri hizli gidiyodu” da demistir….

  • Beğen 4
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı.

Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış

gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını...Ve

Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına

verdi, hakim...

"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?"

Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp,

kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...

"Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."

Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür

haberleri her Gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu,

kimbilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...

Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti..Herkes onu

dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu...Ve devam etti...

"Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim...

O bilmez...50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından

kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm.. Yavrumuz olmadı,

onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman

adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas Suyla suluycam onu

diye... İyi gelirmiş dedilerdi... 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp

bir kere de bu çiçeği ben sulayım demedi... Taki geçen geceye kadar...

O gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla

50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu herşeyimi verdim... Ondan hiçbir şey

göremedim.. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini

yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."

Hakim, yaşlı adama dönerek ;

"Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın

utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.

"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım, o bahçenin

görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de orada

tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden büketler verdim...

O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder

yüreğimi...

İlk Evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime

götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç

sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin

dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun...lafım geçmedi... O günlerde

tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak

dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim

kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek

ben oldum... Sanki... Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yaştaki

bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

"Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki Suyu boşalttım... Sedef

gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de... Yaşlılık.. Ben de

uyanamadım.. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma , kadınımın boynu

yine azabilirdi... Suçlandım.. Sesimi çıkartamadım..."

O an Mahkeme salonunda herşey sustu...

Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi

haber yaptılar...

484615_265339306918748_684441885_n.jpg

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...