İçeriğe Yönlendir

Fıkralar


Cihaner Öztürk

Recommended Posts

Murat Dere

ingilizce öğretmenlerinin hiç böyle dokunaklı hikayeleri yok,bir duygusuz oluyorlar sanırımsa :p

Sen sus bakim! :punish: Yarın velinle gel... :p

Yorum bağlantısı
Sercan Eskin

Neden bilmiyorum ama ilkokul 3. sınıftki öğretmenimi özledim.. :(

Yorum bağlantısı
Murat Dere

Neden bilmiyorum ama ilkokul 3. sınıftki öğretmenimi özledim.. :(

Annen gibi kokuyordur olm. ;)

Vay arkadaş keyiflenelim diye girdim.Dağıldım çıkıyorum

Dağıtmayayım diyorum, Fahrettin Abi rahat durmuyor ki. ;)

Yorum bağlantısı
Sercan Eskin

Yok hocam erkekti..Babam gibi kokmuyordu ama babam gibi vuruyordu :biggrin:

  • Beğen 4
Yorum bağlantısı
Murat Dere

Yok hocam erkekti..Babam gibi kokmuyordu ama babam gibi vuruyordu :biggrin:

Eeaahhoohhaaahiii... N'ettin len? ;)

  • Beğen 1
Yorum bağlantısı
Sercan Eskin

Eeaahhoohhaaahiii... N'ettin len? ;)

Bizim zamanımızda böyleydi hocam..

Eti sizin kemiği benim derlerdi :yes:

Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Bahri öğretmenin, öğretmenliğe başladığının ilk yıllarıydı. Anadolunun küçük bir köyünde ilkokul öğrencilerine hayatın ne olduğunu anlattığını zannediyordu.

Mesleğe ilk atılmış olmanın şevki ve heyecanı içerisinde minik yavruların herşeyi ile ilgilendiğini ve kendisinin başarılı olduğunu düşünüyordu.

Belki de tecrübesizliğinin verdiği cesaretle ben bilirim havasıyla, öğrencilerin her derdine ve durumuna hakim olduğunu düşünüyordu. Bu düşünceyle kibirlenip gururlanıyordu.

...

Bir sabah, arka sıralarda oturan kız öğrencilerinden Ayşe’nin gelmediğini farketti. Halbuki, o güne kadar pek devamsızlık yapmadığını gözlemlediği öğrencisi acaba niye okula gelmemişti. Zaman ilerledikçe öğretmenin içinde bir sızı oluştu ve giderek alevlenmeye başladı. Daha fazla dayanamayarak sınıftaki öğrencilere Ayşe’nin niye gelmediğini sordu. Aldığı bilmiyoruz cevabı merakını daha da arttırdı. Sınıfta; Ayşenin evini bilen var mı diye sordu. Köyde oturan bütün öğrenciler birbirlerinin evlerini biliyorlardı. Öğretmen birkaç öğrenciyi de yanına alarak okula gelmeyen Ayşe’nin evine gittiler. Ev demeye bin şahit isteyecek barakada kimsecikler yoktu. Viraneye dönmüş evin naylondan el yordamı ile tutuşturulmuş sözde kapısını araladıklarında gördükleri karşısında çok üzüldüler. Anadolunun mahrumiyet köyünde mahrum bir ev. Öğretmen, olayları yavaş yavaş anlamaya başlamıştı. Yanındaki öğrencilerden biri;

- Öğretmenim! Ben Ayşe’nin nerede olduğunu biliyorum, dedi.

Çocuklar önde öğretmen arkada yürüdüler. Geldikleri yer köyün alt girişinde bulunan mezarlıktı. Köy kadar perişsan, adı gibi garip, taşlar gibi soğuk.. Ortasında bir sıcaklık vardı ki tunçtan yürekleri eritecek derecede. Öğrenci Ayşe bir mezarın taşına sarılmış hıçkırarak ağlıyor. O meleksi dudaklarından:

- Anam! Anam! Canım anam! Kurban olduğum anam. Ne olursun, yaşasaydın da saçlarımı yıkayıp beni temizleyeydin. O zaman öğretmenim bana Bitli Ayşe diye kızmadı. Anam! Anam..

  • Beğen 4
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Aslanla boğa oturmuş içki içiyorlarmış. Sohbetin en güzel anında aslan saatine bakmış:

"Ooo, saat 11 olmuş, ben gideyim hanım evde bekliyordur" demiş.

Bunun üzerine boğa:

"Yuh kılıbığa bak!" demiş. "Bir de ormanlar kralıyım diye geçiniyor."

Aslan acı acı gülümseyerek:

"Beni evde dişi bir aslan bekliyor, seninki gibi bir inek değil."

Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Mühendisler

Biri makina, biri elektrik, biri de bilgisayar mühendisi üç arkadaş arabayla seyahate çıkmışlar.

Bir süre sonra araba arıza yapmış, kenara çekmişler.

Makina mühendisi:

- "Durun ben bir bakayım..." demiş ve kaputu açmış. Motoru, vites kutusunu, yürür aksamları kontrol edip birşeyler yapmış, arabaya binmiş. Marşa basmış, araba çalışmamış.

Elektrik mühendisi:

- "Bir de ben bakayım…" demiş ve kaputu açmış. Aküye bakmış, bujileri, kabloları kontrol edip arabaya binmiş. Marşa basmış, araba çalışmamış.

İkisi de durup sessiz sessiz oturan bilgisayar mühendisine dönüp bakmışlar;

Bilgisayar mühendisi:

- "Eee şey… İnip tekrar binsek…"

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Fatih Uzun

Bu olay gerçekmiş,Artvin li bir arkadaşım var, dedesi askerde iken süvari birliğinde atlara bakması için görevlendirilen ermiş,aradan bir hafta geçmiş bu hergün dayak yiyiyor,enson arkadaşları sormuşlar ne oldu diye o da demiş komutan bana bir kaşağı verdi atları tımar et diye,ee demiş arkadaşları e demiş ben de timar etmedum demiş,niye demişler o da ne bileyum ben neresi kaşiniyor atin demiş. :)

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik de parıl parıl parlamaktaydı.

Çocuk, taşı avuçlayıp evine koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söyleyemedi.

...

Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle, bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu.

Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatil de simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle.

Çocuk, en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi. İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da, kürk mantolu bir hanım.

Küçük çocuk, biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak:

- Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim!. dedi. Eğer isterseniz size satarım.

Adam, taşa uzaktan bir göz atıp:

- O sadece basit bir çakmak taşı, dedi. Bütün sahil o taşlarla doludur.

- Hayır!. diye atıldı küçük çocuk. İsterseniz ıslatın. Ne kadar parladığını göreceksiniz.

Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu.

Kadın, onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp:

- Tam istediğim şey!. diye gülümsedi. Onu bana satar mısın?

Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı.

Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Beli ki mücevher gibi taşıyacaktı.

Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden de:

- Söylemiştim ama tekrar edeyim!. dedi. Satın aldığınız şey basit bir taştır.

Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak:

- Zannetmiyorum!.. dedi. O taş bence bunlardan çok değerli. Çünkü bu taş küçük bir çocuğun ümidini taşıyor.

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Arjantinli ünlü golfçü Robert Vincenzo yine bir ödül kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş. Ardından klubüne uğramış, eşyalarını toplayıp otoparktaki arabasının yanına doğru yürümüş.O sırada yanına bir kadın yaklaşmış.

Vincenzo’yu kutladıktan sonra ona küçük bir bebeğini olduğunu, bebeğin çok hastalandığını ve hastane masraflarını karşılayamadığını onun her gün biraz daha ölüme yaklaştığını anlatmış, bir çırpıda. Kadının anlattıkları Vincenzo’yu çok etkilemiş.

...

Hemen çek defterini çıkarmış ve turnuvadan kazandığı paranın bir bölümünü yazıp imzalamış. Çeki kadına uzatmış. O sırada kadına “umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın” demiş.

Ertesi hafta Vincenzo klupte öğle yemeğini yerken Golf derneği’nin bir üyesi yanına yaklaşmış ve “otoparktaki çocuklar, geçen hafta siz turnuvayı kazandığınız gün bir kadının yanınıza yaklaştığını ve sizinle konuştuğunu söylediler” demiş.

“Evet” demiş Vincenzo, “bunun nesi garip?”.

“Garip değil tabi ki” demiş adam,

” ama size bir haberim var o kadın bir sahtekarmış. Sizin gibi zengin kişilere yaklaşıp hasta bir bebeği olduğunu söyleyip para koparırmış. Korkarım sizden de koparmış.”

Vincenzo şaşkınlıkla ” yani ölümü beklenen bir bebek yok mu?” demiş.

“Yok” demiş adam.

“İşte bu hafta duyduğum en iyi haber” demiş Vincenzo.

İşte buna bakış açısı farkı diyoruz. Kimi parasını kaybettiğine üzülür ama kimi de Vincenzo gibi ölümü bekleyen bir bebek olmamasına sevinir.

Aynı pencereden dışarı bakan iki kişiden biri sokaktaki çamuru, diğeri gökyüzündeki yıldızları görebilir.

Seçim bizlere aittir

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç
(düzenlendi)

KADINLARI MUTLU ETME SIRLARI

01. Saçlarını okşa,

02. Yücelt,

03. Şımart,

04. Gözlerinin içine bak,

05. Geleceğe ait planlar yap,

06. Dil dök,

07. Yalvar,

08. Destek ol,

09. Yemeğe götür,

......

11. Tekneye bindir,

12. Güldür,

13. Zeka oyunları yap,

14. Müzik dinlet,

15. Teşvik et,

16. Teskin et,

17. Affet,

18. Hayran kal,

19. Banyosunu hazırla,

20. Güven ver,

21. Kapıyı tut,

22. Asansörde kat düğmesine bas,

23. Arabasının kapısını aç,

24. Isıt,

25. Sarıl,

26. Öp,

27. Ona hasta ol,

28. Kulağına fısılda,

29. Ayaklarına masaj yap,

30. Konsere götür,

31. Onu her yerde ve her zaman bekle,

33. Onunla birlikte rejim yap,

34. Onunla birlikte spor yap,

35. O uyumadan uyuma,

36. O uyanmadan uyanma,

........

1000. Ne istediğini önceden anla,

1001. Günde yedi kez özür dile,

1002. Sürekli onu dinle,

1003. Yorganı çekince ses etme,

1004. Yorganı titretme,

..........

6789. Spor araba al,

6790. Saat al,

6791. Yüzük al,

6792. Küpe al,

6793. Traş ol,

6794. Saç seklini değiştir,

6795. Kareli gömlek giy,

6796. Yemin et,

6797. Da yan,

6798. Katlan.

...........

KADINLARA...

ERKEKLERİ MUTLU ETME SIRLARI

01. Karnını doyur.

02. Televizyonun kumandasını ver.

03. Önünden çekil...

04. Hepsi bu....

tarihinde Fahrettin Karakoç tarafından düzenlendi
  • Beğen 4
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Biraz uzun ama okumaya değer...

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkanı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...

Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,

"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.

Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,

"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.

Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,

"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,

"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.

Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış.. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.

"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,

"Ben terziyim" yanıtını alınca

"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.

Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş.. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.

Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.

Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.

Ve başlamış anlatmaya:

"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.

Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona

"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.

Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.

Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın...."

Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...

Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......

  • Beğen 5
Yorum bağlantısı
Fahrettin Karakoç

Harvard Üniversitesi’nin mezunlar derneğinin NewYork’ta bir şubesi varmış. Yüzlerce eski mezun öğlenleri gelip orada yemek yermiş. Günlerden bir gün Harvard Üniversitesi rektörü NewYork’a işi düştüğünde oraya yemek yemeye gelmiş. Tabii ki tanınmıyor.Kapıdan girmiş ve vestiyerdeki yaşlı zenciye şapkasını, paltosunu ve şemsiyesini uzatmış.

Saygılı vestiyer memuru yaşlı zenci şapka, şemsiye vepaltoyu almış, bembeyaz dişlerini gösteren bir selam ve gülücük sarkıtarak, eşyaları...

kabul etmiş, ama hiçbir fiş,bilet makbuz vermemiş.Rektör şaşırmış ama bir şey dememiş. Nasıl olsa çıkarken bana yanlış giysileri verirler diye düşünmüş, o zaman da zaten buranın müdürü benim ile beraber dışarıya gelecek olduğu için, onu ikaz ederim ve fiş sistemini başlatırlar yaklaşımına girmiş.

Gerçekten de mezunlar derneğinin müdürü onun yanına gelmiş, beraber yemek yemişler, yemekten sonra da müdür rektörü kapıya kadar çıkartmış, kapıda vestiyere gelmişler, rektör yaşlı zencininönüne dikilip, malzemelerini istemiş, zenci gene müthiş dişlerini gösteren gülücüğünü saçarak vestiyerin arkasına geçmiş ve doğru şapka,doğru palto ve doğru şemsiyeyi getirerek rektörün eline tutuşturmuş. Tabii rektör fena halde bozulmuş. Çünkü doğru malzeme kendisine geriverilince itiraz senaryosu çalışmıyor, nutuk atılamıyor, müdür ikaz edilemiyor.Duruma bozulan rektör gene de kurcalamaya çalışmış.

- Bu şapka, şemsiye ve paltonun benim olduğunu nereden biliyorsunuz? diye sorarak hırçınlanmış. Zenci gene dişlerini ve saygılı selamını sarkıtarak;

- Bunların size ait olup olmadığını bilmiyorum efendim! demiş.

İşte şimdi yakaladım! diye aşka gelen rektör derhal saldırmış: O zaman bunları neden bana verdiniz? Zenci bir kere daha gülücük ve diş dolu selamını saygı ile vererek yinelemiş

- Çünkü onları bana siz vermiştiniz!

Diploma, apolet, unvan, uzmanlık falan filan hiçbiri önemli değil. Hayatta başarı için gerekli olan basit ve sağlam bir mantıktır.

  • Beğen 2
Yorum bağlantısı
Mahmut Yıldız

Amerika'dan ünlü bir akademisyen bir kaç toplantı ve seminer için bir haftalığına Rize'ye gelmiş. Toplantılar arasında da hep dışarı olmuş ve halkla o kadar iyi ilişkiler kurmuş ki bir hafta bitmeye yaklaşınca Rize'liler toplanmış ve bu adama bir hediye vermek istemişler. Belediye başkanı ve vatandaşlar bir yere toplanmışlar, ne hediye vereceklerini konuşuyorlarmış. Başkan söz almış ve:

-Vereceğimiz hediye öyle bir hediye olmalı ki hem kullanışlı olmalı hem de her eline aldığında bizi hatırlarmı

deyince vatandaşların içinde oturan Temel söz istemiş:

-Sünnet ettirelim

  • Beğen 3
Yorum bağlantısı
  • Konuyu Görüntüleyenler   0 kullanıcı

    Sayfayı görüntüleyen kayıtlı kullanıcı bulunmuyor.

×
×
  • Yeni Oluştur...